Yellowstone'daki altıncı günümüzde yönümüzü yine Hayden Valley'e çevirdik, ama öncesinde oldukça erken bir vakitte kalkıp gölün üzerinden güneşin doğuşunu seyrettik. Hayden Valley'i dişi bir elk sürüsü basmıştı. Manzara şahaneydi. Yol üzerinde yer yer durup doğal yaşamı kendi ortamında seyre koyulduk. Fakat hava yeniden soğuyordu ve henüz kahvaltı yapmamıştık. Canyon Village'taki markete uğrayıp sabah ve günün geri kalanı için yiyecek alışverişi yaptık. Tekrar güneye gidip ayı için şansımızı, oldukça sık ağaçlı Elephant Back patikasında deneyelim dedik. Ve elbette ayı falan göremeden patikadan geri döndük.
Ardından, parkın en yüksek tepelerinden
Mount Washburn'e hareket ettik. 3000 metrenin üzerinde yüksekliğiyle, Yellowstone'un panoramik olarak görülebileceği en güzel nokta. Kar kaplı patikada ilerlerken başlayan ve sonradan kara dönen yağmur bize zor anlar yaşatsa da, önümüzdeki enfes panorama elime bir fırça önüme de tuval alıp empresyonist çiziktirmeler yapmaya davet ediyordu beni.
 |
Dişi elk sürüsü |
 |
Sevimli marmot |
 |
Hayden Valley |
 |
Erkek elk |
 |
Kel kartal |
 |
Mt. Washburn patikasına giriş |
 |
Mt. Washburn'den Yellowstone |
 |
Poz da verirmiş |
Akşama doğru hava tekrar açmış, hatta kıştan çıkıp tropik iklime geçmişken, parkın doğusunda kalan Lake Butte Overlook'a gidip kendimizi panorama manyağı yapalım dedik. Yellowstone Gölü'nü tepeden gören bu nokta özellikle yanmış ağaçlar ile de farklı bir güzelliğe sahip. Biz bu ağaçların yanmış görüntüsünü hep yerin altındaki jeotermal özelliklere bağlıyorduk. Meğer öyle değilmiş. Hakikaten yanmış bu ağaçlar. Yellowstone'da çıkan yangınlara müdahale edilmiyormuş, elbette denetimli bir şekilde. Bu sayede ekosistemin zenginleşmesi, yeşilliğin artması ve ormanların daha gür yetişmesi sağlanıyormuş. Bu yanan ağaçlara da dokunmuyorlarmış ki onlar da zamanla çürüyüp toprağa mineral olarak geri dönsün. İnsan yangınlarda telef olan hayvanları düşünmeden edemiyor tabi, ama buradaki doğal yaşamın sürekliliği açısından gerekli bir uygulama olduğunu söylüyor park görevlileri.
Hava kararmak üzereyken kulübeye geri döndük. Fakat o da ne? İki tane iri bizon bizim kulübenin yanı başında otluyor. Bir süre arabadan inmeden ayrılmalarını beklemekten başka çaremiz yoktu. Odaya girdiğimizde gözlerimiz ilkin Sid'i aradı haliyle. Ne kadar arasak da bulamadık hergeleyi. Seslenmemize karşılık da vermiyordu. Camları kontrol ettik, hepsi kapalıydı. Neden sonra yatağın altında, görünmeyecek şekilde saklanmış olarak bulduk kendisini. Her akşam döndüğümüzde "Nerede kaldınız bu saate kadar?" diye kafa ütüleyen kedi gitmiş yerine dut yemiş bir bülbül gelmişti. Bırakır bırakmaz yatağın altına geri kaçıyordu. Anladık ki bizimki bu bizon hayvanlarından fena tırsmış. Bütün geceyi yatağın altında geçirdi zavallım.
 |
Yellowstone'un yanmış ağaçları |
 |
Lake Butte Overlook'tan Yellowstone Gölü |
 |
Bunlar da yanmış ağaçlar |
 |
Mule deer (Katır geyiği?) |
 |
Bir başka davetsiz misafir |
Yellowstone'daki son günümüze uyandığımız ertesi sabah ilk olarak erkenden yine parkın doğusunda yer alan Pelican Valley'e gittik. Adında pelikan geçiyor ama biz kendilerini göremedik. Son bir kez gözümüz çayıra çimene doysun diye avare avare dolaştık. Odaya geri dönüp toparlandık ve çıkışımızı yaptık. Parkın batı kapısından çıkana kadar yol üzerinde daha önce görme fırsatı yakalayamadığımız yerleri ziyaret ettik. Öncelikle parkın bir başka büyük şelalesi olan
Gibbon Falls'u gördük. Sonra yanımızda Gibbon ve Firehole nehirlerini takip ederek Midway Gayzer Havzası'na geçtik. Bu havzayı özel kılan Yellowstone'un Old Faithful'dan sonra en meşhur ve dünyanın en büyük üçüncü jeotermal kaynağı olan
Grand Prismatic Spring. Yellowstone'a bundan daha renkli bir veda olamazdı sanırım.
 |
Pelican Valley |
 |
Yalnızlık |
 |
Gibbon Falls |
 |
Ateşte açan gerçek çiçekler - Midway Gayzer Havzası |
 |
Grand Prismatic Spring |
 |
Grand Prismatic Spring |
 |
Opal Pool |
Öğleden sonra, doğayla başbaşa yedi günün ardından ve bir tek ayı dahi görememenin verdiği buruklukla, bir gün tekrar kavuşmak üzere Yellowstone'a veda edip batı kapısından ayrıldık ve Montana eyalet sınırına girerek kendimizi yeniden yollara vurduk. Gallatin Milli Ormanı'nın güneybatısındaki Hebgen Gölü kıyısından devam ederek önce küçük bir kasaba olan Ennis'e, ardından neredeyse 1800'lerden beri hiç bozulmamış dokusuyla bizi şaşırtan, azıcık nüfusuyla hayalet kasaba görünümündeki Virginia City'ye vardık.
 |
Hebgen Gölü yakınındaki kunduz göleti |
Virginia City, MT ortasından geçen asfalt yolu saymazsak iki hafta önce
Güney Dakota'da gezdiğimiz kasabanın yaşayan haliydi. Hatta at arabalı turlar bile yapılıyordu. Kasaba bu yönüyle turist çekmeye çalışıyor gözükse de epey tanıtıma ihtiyacı var görünüyor. Zira bizden başka turist yok gibiydi. Kasabayı yakından gezdikçe zamanda yolculuğumuz daha bir ete kemiğe bürünüyordu. Trading post'lar, küçük bir tiyatro salonu, saloon'lar, nalbantlar... Bir de Daltonlar olaydı tam olacaktı. Az sayıdaki dükkanların çoğu el sanatları ve -yol boyunca gördüğümüz pek çok atölyeden bölgenin başlıca geçim kaynağı olduğunu düşündüğüm- değerli taşlar üzerineydi.
Derken, bir adam ve küçük bir kızı asfaltın kenarında yeri eşeler vaziyette görünce merakımıza yenilip yanlarına yaklaştık. Yerde değerli taş (grena) arıyorlardı. İlgilendiğimizi görünce bulduğu iki küçük taşı bana hediye ederek bizi bu taşları ve taştan yaptığı takı ve benzeri süs eşyalarını sattığı dükkanına götürdü. Kasabanın tarihi hakkında bizi bilgilendirdi. İç Savaş zamanında bölge Birlik'ten yana (Yankee) olsa da Virginia City Konfederelerle takılmış. 1800'lerin ortalarında bölgede çıkan bir altın madeniyle on binlere çıkan nüfustan şimdi geriye sadece 100 kadar kişi kalmış. Tabi o vakitler şu anki değeriyle milyar dolarlık altın çıkarılan madenin işçilerini ve nakliyecileri soyan, bölgede terör estiren bir çete de peyda olmuş. Sonra bu çete üyeleri teker teker asılmış. İşte bu noktada sadede gelip eline bir klasör aldı dükkan sahibi. İçinde çeşit çeşit kötü çekilmiş, karanlık fotoğraflar. Her biri üzerinde garip garip şekiller gösterip "Bunların ne olduğunu biliyor musunuz? O asılanların hayaletleri" dedi. "Hah" dedim içimden, "bir sen eksiktin". Üstüne, "Sağ ol kardeş biz almayalım" dediysek de adamın hayalet itikadı sağlam, bizi onlardan birinin asıldığı yere götürdü. Bana "Burada çekilen resimlerde mutlaka görünür, sen de çek, bak bakalım çıkacak mı?" diye ısrarda bulununca arka arkaya birkaç fotoğrafını çektim mekanın. Fotoğraflardan birinde, görmek istediği beyaz haleyi yakalayınca adam izafiyet teorisini bulmuşçasına bir gurur yaşadı. Uzaylı muhabbetine girmeye ramak kala "İyi söylüyorsun, güzel söylüyorsun da, ben bunlara inanmıyorum be usta" deyiverdim. Çok bozuldu tabi. Müsaade isteyip yanından ayrıldıktan sonra kendimize gelmek için dondurmacıya gidip iki koca külah dondurma aldık ve arabaya atlayıp geceyi geçireceğimiz Butte'a kadar hiç durmadan yol aldık.
 |
Atları şöyle alalım |
 |
Takas dükkanı |
 |
Sinema salonu |
 |
Otel |
 |
Montana'nın ilk gazetesi |
 |
Hayaletsever Amerikalımız |
 |
Saatin hemen üstündeki beyaz hale hayalet oluyor (akreple yelkovanı nasıl da o yöne sabitlemişler bak) |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder