Yolculuğumuzda rotamız ana hatlarıyla belli olsa da kalacak yer rezervasyonlarını yoldayken detaylı bir rota oluşturduktan sonra yapıyorum. Coulterville'de konakladığımız 1850 yılından kalma tarihi
Hotel Jeffery'yi de Yosemite Ulusal Parkı'na görece yakınlığı ve şansımıza evcil hayvan kabul ettiği için tercih etmiştim. Zaten çevrede konaklayacak başka bir yer de görünmüyordu. Fakat otelin bir özelliği vardı: periliydi. Otelde 17 tane hayalet dolaşıyormuş. Daha önce konaklamış olanlar hayaletleri gördüklerine, birilerinin uyurken kendilerini boğmaya çalıştığına, koridorlarda ağlama sesleri duyduklarına, gecenin bir vakti üstlerindeki yorganların çekildiğine, hayvanıyla gelenlerin hayvanlarına bir haller olduğuna yeminler ediyorlar. 1800'lü yıllarda bir sabah kendini tavana asarak intihar etmiş olarak bulunan bir kadının kaldığı 22 no'lu oda en meşhuru. Hatta bu odanın fiyatı diğerlerine göre daha ucuzdu şansını denemek isteyen olursa diye. İn, cin, peri gibi şeylerle dalga geçen bir insan olsam da belki otelin itibarını korumak için o odada kalanlara kasıtlı bir numara yapıyorlardır diye düşünüp [evet öyle düşündüm] 16 no'lu odayı ayırttım.
Otelde kalan pek kimse yoktu. Yürüdükçe parkeleri gacırdayan, oldukça eski, müzevari bir oteldi. Döşemeler, mobilyalar antikaydı. Zamanda 150 yıl geri gitmiş gibiydik. Otelin koridorlarında, yemek salonunda salınan kabarık elbiseli hanımları, fraklı beyleri gözümde canlandırabiliyordum. Açıkçası tarihi dokusuna duyduğumuz hayranlık dışında otelde kaldığımız süre içinde bize bir şey olmadı. Odada banyo olmamasından dolayı koridorun sonunda, 22 no'lu odanın bitişiğindeki banyoyu kullanmak için yaptığımız seferlerde de bir şey görmedik. Sid de rahatsız olmuşa benzemiyordu. Hatta dün biz Yosemite'deyken bütün gün yalnız kalmış olmasına rağmen döndüğümüzde bir gariplik görmedik kendisinde. Zaten bu Amerikalıların paranormal itikadını anlamış değilim. Hep o Uzakdoğu filmlerinden oluyor bunlar.
 |
Bizim 16 no'lu oda |
 |
Oteldeki koridorlardan biri |
 |
Bu da işte o hayaletli oda |
 |
Her konaklayan ülkesini işaretlemiş biz de geri kalmayalım dedik |
 |
Kimler gelmiş, kimler geçmiş |
 |
Otelin lobisi |
 |
Oteldeki saloon |
 |
Saloon'daki 'tarihten izler' köşesi |
Bilge otel görevlisinin yardımıyla ulaştığı bir araba tamircisine farları gösterirken ben de Coulterville'i gezdim. Amerikalıların böyle küçük, ıssız, ücra, özellikle altın arayışı bittikten sonra bir esprisi kalmamış, dolayısıyla pek gelişmemiş kasabalar için kullandığı
ghost town benzetmesi nüfusu sadece 200 olan Coulterville için cuk oturuyor. Daha önce gördüğümüz
Virginia City kadar renkli ve otantik değilse de küçük ve şirin bir kasaba Coulterville. Tek bir ana cadde üzerinde birkaç dükkan ve kafenin dışında bir de müzesi var.
 |
Tarihi Hotel Jeffery |
 |
Coulterville Müzesi |
 |
Coulterville Müzesi |
 |
Altın madenlerinde kullanılan yük vagonu Whistling Billy |
 |
Tarihi Coulterville'de ana cadde |
Farlardaki sorunun elektronik aksamdan kaynaklandığını ve kendisinin yapabileceği bir iş olmadığını söyleyen tamirciye zahmetinden dolayı teşekkür edip vedalaştıktan sonra yeniden yola çıktık. Bir süre karanlığa kalmadan idare etmeye çalışıp Los Angeles'a vardığımızda tekrar bir tamirciye göstermeyi düşünüyoruz. Umarım araba başımıza daha başka dertler açmadan yolculuğumuzu tamamlama fırsatı bulabiliriz.
Coulterville'den sonra yeniden okyanus kıyısına doğru hareket ettik. İstikamet Monterey'di. John Steinbeck'in hayatını geçirdiği,
Sardalye Sokağı'nda insanlarını, konserve fabrikalarını anlattığı Monterey. Şehir merkezinin biraz dışında bulunan motelimize yerleşip Sid'i bıraktıktan sonra otobüsle
Old Fisherman's Wharf'a geldik.
Monterey State Historic Park civarında gezip geldiğimiz saat itibarıyla müzeler kapalı olduğu için denizin kıyısındaki parktan Cannery Row'a doğru yürüdük. Monterey kıyılarını mesken tutan ve nesli tehlikede olan deniz samurlarını suda oynarken gördüğümüzde çok sevindik. 'Sardalye Sokağı' elbette Steinbeck'in anlattığından çok farklıydı artık. Ama yine de Doc'un geçmişten olduğu gibi kalan laboratuvarını gördüğümde heyecan duymadım değil.
 |
Golden Chain Highway ve ötede McClure Gölü |
 |
Monterey sokaklarında rastladığımız artistik bir sinema |
 |
Şehir merkezindeki müze parkından |
 |
'Dünyanın sardalya başkenti Monterey'de balıkçılık' konulu duvar süslemesi |
 |
Monterey'in tarihi iskelesi Old Fisherman's Wharf |
 |
Monterey Körfezi |
 |
Sevimli deniz samuru |
 |
"Biz bi' dalıp gelelim" |
 |
Sardalya dalgıçları anıtı |
 |
Monterey Konserve Fabrikası |
 |
Günümüzde 'Sardalye Sokağı' |
 |
Cannery Row'da bir tanıdık |
 |
Steinbeck'in romanında geçen yerler |
 |
Doc'un laboratuvarı |
 |
Steinbeck Plaza |
Cannery Row'un sonuna kadar yürüyüp Kuzey Amerika'nın en büyük akvaryumlarından biri olan
Monterey Bay Aquarium'u geçtikten sonra muhteşem evlerin arasından deniz kenarına indik ve sahilde çok hoş bir sürprizle karşılaştık. Ardından iskeleye geri dönüp bir şeyler atıştırdık ve başlayan yağmurla birlikte ıslanmamak için koşarak otobüs durağına gittik. Durakta yanımıza oturan akli dengesinden pek emin olmadığımız bir teyzenin sürekli tacizine uğrayarak 40 dakika kadar bekledikten sonra gelen otobüse atlayıp otelimize döndük.
 |
Sahildeki sürprizler |
 |
Birbirinden şirin foklar |
 |
Monterey iskelesi |
 |
İskele menüsünden |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder