Sabah erkenden Butte'ta yol kenarında konakladığımız Motel 6'den ayrılıp tekrar yola çıktık. İlk durağımız Deer Lodge'daki tarihi
Montana Eyalet Hapishanesi idi. 1871'de inşa edilen bu hapishane 100 yıl kadar eyalete hizmet ettikten sonra bir açık hava müzesine dönüştürülmüş. Mimari açıdan dışarıdan bakıldığında saray gibi gözükse de içine girildiğinde mahkumların ne şartlar altında yaşadığını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor bu hapishane kampüsü. Sonu hüsranla sonuçlanan pek çok kaçma teşebbüsüne ve 1959'da büyük bir isyana tanıklık eden kampüste hücreleri, yemek salonlarını, duşları, idam edilen mahkumların fotoğraflarını gördükçe bana bir afakanlar basıyor. Neyse ki hapishanenin hemen yanı başındaki
araba müzesine kendimizi atıp o iç sıkıcı atmosferden kurtuluyoruz.
 |
Tarihi Montana Eyalet Hapishanesi |
 |
Tarihi Montana Eyalet Hapishanesi |
 |
Kaçma girişiminde bulunan bir mahkumun infazı |
 |
Mahkumlar kaçamasın diye böyle beton tabanlı ayakkabı giydiriyorlarmış |
 |
İsyanı nasıl bastırdık? |
 |
Mahkumların kaldığı hücreler |
 |
Hücrelerin içi |
 |
Yemekhane |
 |
1903 Ford Model A Runabout |
 |
1916 Ford Model T Touring |
 |
1938 Ford Deluxe Station Wagon |
 |
Yılını hatırlayamadığım bir Ford Mustang |
Araba müzesiyle tarihte yaptığımız yolculuğun ardından Bitterroot Dağları'nın kuzeydoğusundan I-90 karayolunu takip ederek David Lynch'in memleketi Missoula'ya vardık. Öncelikle şoförümüz Bilge'yi dinlendirmek için bir tesiste biraz mola verdik, sonra da Rocky Mountain Elk Foundation'a ait bir
elk müzesini ziyaret ettik. Tabi insan müze denince sayıları giderek azalan elkler ve diğer geyikler için avcılığı önleyen bir habitat iyileştirme ve bilinçlendirme çalışması bekliyor böyle bir yerde. Fakat soz konusu vakfın ileride avlayacak hayvan bulamama riskinin önüne geçmek için sürdürülebilir avcılığa ve elk popülasyonunu kontrol altında tutmaya yönelik tutumunu gördükçe, üstelik teşvik bağlamında sergiledikleri onlarca içi doldurulmuş geyiğe baktıkça, vahşette sınır tanımayan bir tür olduğumuzu bir kez daha anlıyorum. Her yere astıkları 'Hunting is conservation' ilanlarıyla ancak kendilerini kandıran bu zavallı insanlarla aynı havayı soluyor olmanın verdiği utançla kendimizi tekrar yola vurduk.
 |
Montana'da yanından geçtiğimiz bir at çiftiliği |
 |
Missoula'daki elk müzesi |
 |
Bunun adı vahşettir, başka bir şey değil |
 |
Kimilerine henüz bebekken öğretiliyor vahşilik |
Missoula'dan sonra kıvrım kıvrım yollardan, dağlardan geçerek Montana'yı bitirip My Own Private Idaho'ya girdik ve saatlerimizi Pasifik saatine ayarladık. Yol üzerinde mola verdiğimiz bir dinlenme yerinde sincaplar yüzünden zor anlar yaşadık. Ben diyeyim 30 siz deyin 50 sincap ordu gibi dört bir yanımızı kuşatmış yiyecek istiyordu. Tam Hitchcock vari bir sahne. Bir rahat vermedikleri için sandviçlerimizi arabada yemek zorunda kaldık. Üstümüze tırmanacak kadar arsızlardı. Sonuçta kemirgen oldukları için hastalık kapma riskini göz ardı edemezdik. Bir an önce işimizi bitirip bu çok acayip sincaplara birkaç tane bisküvi atarak veda ettik. Idaho'nun dağlarından geçerken en sağ şeritte yolculuğumuz boyunca hiç görmediğimiz bir başka şerit daha ortaya çıktı:
Runaway truck lane. Bildiğin freni patlamış kamyon şeridi. Şerit dediğim aslında çakıl yol. Kamyonlar duracak şekilde eğim de verilmiş. Türkiye yollarında geçirdiğim hatırı sayılır sayıdaki yolculuklarımın hiçbirinde böyle bir şeride rastlamadım. Keşke devletimiz duble yol yapmak yerine yol güvenliğini arttırmaya yönelik yatırımlar yapsa.
Butte'tan yaklaşık 300 mil sonra Coeur d'Alene'de kalacağımız motele vardığımızda saat 8'i geçiyordu. Adı ve bulunduğu bölge itibarıyla böyle İsviçre Alpleri'ndeki kasabaları andıran, gölüyle meşhur Coeur d'Alene aslında bu bölgede yaşamış bir Yerli kabilesi. Onlara bu adı 1800lerde kendilerini keşfeden kürk taciri Fransız Kanadalılar vermiş. Bu şehir bizim Ege kıyılarında görmeye alışık olduğumuz sayfiye kasabaları gibi. Her türlü su sporlarının yapıldığı gölde ayrıca büyük bir marina ve elbette etrafında dizi dizi bot ve tekneler bulunuyor. Şansımıza o gün şehrin ana caddelerinden birinde 20 yıldır yapılagelen klasik araba festivali Car d'Lane'e denk geldik (isim pek yaratıcı olmuş evet). Genç-yaşlı yüzlerce insanın sağlı sollu doldurduğu caddedeki geçit töreninde klasik arabaların yanı sıra mucit tarafını ön plana çıkaranların fantastik araçları da arz-ı endam etti. Yorgun ama keyifliydik. Coeur d'Alene'in havası iyi gelmişti.
 |
"Sıra sana da gelecek" |
 |
The sincaps are coming! |
 |
2000 mil sonra nihayet Bank of America ATMsi - Coeur d'Alene, ID |
 |
Coeur d'Alene Gölü |
 |
Coeur d'Alene Gölü |
 |
Car d'Lane |
 |
Car d'Lane |
 |
Car d'Lane |
 |
Car d'Lane |
Geçit töreni bittikten sonra sıra karnımızı doyurmaya gelmişti. Etrafta dolanırken
Seasons of Coeur d'Alene isminde bir bar/restoran gördük ve girelim dedik. Nereden bilelim hayatımızda tadacağımız en güzel hamburgerin burada yapıldığını? HIMYM'da Marshall'ın bulmak için New York'un altını üstüne getirmesi gibi uğruna dağlar, tepeler, yollar aşılacak bir hamburger (tamam biraz abarttım ama hakkaten güzeldi ya). Olur da buralara yolunuz düşerse benim yerime de bir Kobe Burger yiyin. Lütfen.
Otele dönmek üzere restorandan ayrıldığımızda saat epey geç olmuştu. GPS'i odada unuttuğumuz için yön kabiliyetime güvenerek gece gece yolumuzu bulmaya çalışıyorduk. Derken Bilge çok şeritli bir kavşakta gayet kendinden emin sola döndü. Fakat ters yöne. Karşı istikametten arabaların geldiğini anladığımızda yolda 100-200 metre gitmiştik. Arada refüj olduğu için anında bir U-dönüşü yapıp herhangi bir kazaya mahal vermeden yönümüzü düzelttik ve sakinleşerek otele varmayı başardık. Yolculuğumuz boyunca yaşadığımız bu ikinci ağız-yürek yakınlaşmasında burgerin beraberinde çaktığımız ikişer şişe Sam Adams'ın da payı vardır sanırım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder