Bugün San Diego'ya aşık oldum. Kültür çeşitliliği, sıcakkanlı insanları, muhteşem doğası, parkları, bahçeleri, plajları, havasıyla beni benden aldı. Batı yakasındaki favori şehrim San Francisco'yu tahtından edip Amerika'nın en sevdiğim şehirleri listemde iki numaraya yerleşti. Birinci hâlâ Chicago. Yolculuğumuzun otuz üçüncü gününe hayatımda gördüğüm en güzel şehir parkı olan Balboa Park'tan başladık.
Adını İspanyol kaşif Vasco Núñez de Balboa'dan alan Balboa Park temelleri 1868'te atılmış, içinde türlü çeşitli müzeler, görkemli bahçeler, tiyatrolar ile
dün gezdiğimiz olağanüstü hayvanat bahçesini barındıran 490 hektarlık bir alana sahip dev bir park. Fakat parkı asıl güzel kılan unsur El Prado'daki yapıların muazzam mimarisi. 1915'teki Panama-Kaliforniya Fuarı için inşa edilen bu yapılarda İspanyol barok ve kolonyal mimari tarzı hakim. 1935'te Uluslararası Kaliforniya Pasifik Fuarı için yapılan eklemeler aynı mimari özellikleri taşımasa da onlar da parkın önemli yapıları arasında yer alıyor. Parkın kendisini gezmek bile neredeyse bir günümüzü aldığından haliyle müzeleri gezmeye fırsatımız olmadı.
Parkı gezmeye Doğa Tarihi Müzesi'nin önünden başladık.
El Prado Bulvarı üzerinde 1915'te Gıda ve İçki Binası olarak inşa edilen ve şimdilerde bir dans tiyatrosu olarak hizmet veren
Casa del Prado'yu gördüğümüzde büyülendik. Hemen karşıdaki 1935'te eklenen İspanyol Köyü Sanat Merkezi'ni gezdikten sonra El Prado'da ilerleyerek
Plaza de Panama üzerinden
Cabrillo Köprüsü'ne kadar gelip San Diego'nun silüetini seyrettik. Geri dönüp dünyanın en büyük açık hava kilise orglarından biri olan ve 1915'te yapılan
Spreckels Organ Pavilion'da biraz müzik dinleyip dinlendik. Sonra
Hall of Nations'da boşuna Türkiye evi aradık bir süre. Ardından
Pan American Plaza'ya gelerek Havacılık ve Uzay Müzesi, Spor Müzesi, konser binası gibi yapıları görüp yeniden kuzeye çıkarak
Casa del Rey Moro ve Japon bahçelerini gezdik. Park Bulvarı'ndan karşıya geçerek çöl bahçesi ile Portland'dakine göre biraz yavan ama yine de şahane olan gül bahçesini gördük. Sonra yeniden karşıya geçip minyatür tren bahçesinde trene binerek içimizdeki çocuğu sevindirdik.
 |
Doğa Tarihi Müzesi |
 |
Yurttaş Kane'in Xanadu'su Casa del Prado |
 |
Casa del Prado'nun karşısındaki asırlık incir ağacı |
 |
Spanish Village Art Center |
 |
İspanyol Köyü'nün sokakları |
 |
Casa del Prado |
 |
Casa del Prado'nun iç avlusu |
 |
Botanik Binası'nın önündeki yansıma havuzu |
 |
Plaza de Panama ve arkada İnsan Müzesi |
 |
Plaza de Panama'da El Cid heykeli |
 |
1935'te eklenen tiyatro binası |
 |
İnsan Müzesi |
 |
Cabrillo Köprüsü'nden San Diego |
 |
Alcazar Bahçesi |
 |
Spreckels Organ Pavilion |
 |
Pan American Plaza'daki Havacılık ve Uzay Müzesi |
 |
Çöl bahçesi |
 |
Minyatür trenle geziyoruz |
Balboa Park'ın ardından güneşi ve sıcak havayı değerlendirmek üzere körfezin karşısında yer alan Coronado Adası'na hareket ettik. Karaya 16 kilometrelik bembeyaz bir kumsalla bağlı olan bu adaya ABD'nin San Francisco'daki Golden Gate ve Seattle'daki Aurora köprülerinden sonra en çok intihar edilen üçüncü köprüsü San Diego-Coronado Köprüsü'yle geçilebiliyor. Coronado Adası Amerika'nın en güzel kumsallarından birine sahip olmanın dışında, milyonlarca dolarlık malikaneler ile Amerikan donanmasına ait büyük bir deniz üssü de barındırıyor içinde. Plajda gün batımına kadar güneşin ve okyanusun tadını çıkardıktan sonra yeniden San Diego'ya dönüp downtown'da kalabalığın arasına karışarak keyifli bir gece geçirdik.
Bu arada, moteldeki resepsiyon görevlisinden öğrendiğimiz kadarıyla o dünkü patlama ve beraberindeki aydınlanma birilerinin yanlışlıkla bütün havai fişekleri aynı anda patlatmasından kaynaklanmış ve olay günün alay konusu olmuş her yerde.
 |
Coronado plajı |
 |
"Bazıları Sıcak Sever"in çekildiği 1887 yapımı tarihi Hotel del Coronado |
 |
Restoran olarak hizmet veren tarihi Coronado Kayıkhanesi |
 |
Coronado Adası'ndan San Diego |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder