Pages

16 Ekim 2011

Ülkemden Uzakta Bir Film Festivali


Ankara'da doğayla olan etkileşimimiz evdeki tembel kedi, gri güvercinler, sokak kedileri ve köpekleri, yazları sıcaktan kaçmak için yolunu şaşırıp evimize giren kertenkeleler ve arada bir rastladığımız hamam böceklerinden ibaretken Chicago'da deyim yerindeyse doğayla iç içe yaşıyoruz. Evdeki tembel ve giderek şişmanlayan kediye ek olarak, ağaçlarda kuş nüfusunu neredeyse alt edecek çoğunlukta bir sincap sürüsü, akşamları kaldırımda beliriveren fareler, çimlerin üzerinde zıp zıp zıplayan tavşanlar, daha önce görmediğim renkte besili güvercinler, martılar, evde arada bir rastladığımız ve Sid'in deli gibi kovaladığı kırkayaklar, komşuların susmak bilmeyen cins cins köpekleri...
2011 Uluslararası Chicago Film Festivali

Bu renkli hayatımıza daha da renk katmak için Chicago soğuklarının yavaş yavaş kendini hissettirmeye başladığı şu günlerde Uluslararası Film Festivali'nde birkaç film yakalayalım dedik (İngilizcesi to catch a movie). Tercihimizi Türk filmlerinden yana koymamızda son zamanlarda iyiden iyiye hissetmeye başladığımız memleket hasretinin payı da olmuştur muhakkak ama Nuri Bilge Ceylan'a haksızlık etmek istemem. Filmi gözlerim dolu dolu izledim. Kırıkkale, bozkır, içinden akan ipince dereler, o derelere yuvarlanan elmalar bile gözümde tüttü. Hele Ahmet Mümtaz Taylan o sıcacık bazlamadan bir parça kopardığında sanki benim içimden bir parça koptu. Şöyle tandırdan yeni çıkmış olsa, içine de mis gibi tereyağı sürsem...

Her şey bir yana, Nuri Bilge Ceylan'a ve gözlem yeteneğine bir kez daha hayran oldum. Katili, komiseri, savcısı, doktoru, askeri, muhtarı ile bir Türkiye anatomisi ortaya koymuş. En büyük ironi ise filmin "bir zamanlar"ı değil aslında günümüz Türkiyesini yansıtıyor olması. Ama ne yazık ki bu gerçeklik/doğallık yüzünden film yabancı izleyiciler için herhangi bir Avrupa filminden farklı değil, çünkü onlar için dünyanın bir ucunda, yozlaşmış bürokrasileriyle boğuşan fakir insanların yaşadığı küçük bir kasabada geçen, gereğinden uzun anlatılmış (Chicago Reader'ın film eleştirmeni dayanıklılık testi demiş) bir olaydan ibaret. Halbuki her bir diyalog, her kare sonuna kadar taşıyor filmi Türk izleyicisi için. Mükemmel oyunculukların bunda çok büyük katkısı var elbette. Özellikle Ercan Kesal'ın.

Türk yönetmenli Alman yapımı Almanya-Willkommen in Deutschland sıkılan Amerikan izleyicisini memnun eden bir Türk filmi idi. Marvelous! diyerek salondan çıkmalarını filmde göçmenlik konusunun işlenmesine ve anlatım tarzı olarak Hollywood sinemasına benzemesine bağlıyorum. İzlerken (bir Almancı olarak) her ne kadar kendi hayatımdan parçalar bulsam da filmden vasat oyunculuklar ve sakil duran hikaye yüzünden tam tat alamadım. Tabi yol kenarı et lokantasında yenen kebapları kıskanmadım değil.

İzlediğimiz bu iki filmle özlememizin dindiğini söyleyemem. Neyse ki yanımızda Neşeli Günler, Süt Kardeşler, Tosun Paşa, Her Şey Çok Güzel Olacak, Hababam Sınıfı, Aşık Oldum gibi dönüp dönüp izleyeceğimiz filmleri getirmiştik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...