Ankara'da doğayla olan etkileşimimiz evdeki tembel kedi, gri güvercinler, sokak kedileri ve köpekleri, yazları sıcaktan kaçmak için yolunu şaşırıp evimize giren kertenkeleler ve arada bir rastladığımız hamam böceklerinden ibaretken Chicago'da deyim yerindeyse doğayla iç içe yaşıyoruz. Evdeki tembel ve giderek şişmanlayan kediye ek olarak, ağaçlarda kuş nüfusunu neredeyse alt edecek çoğunlukta bir sincap sürüsü, akşamları kaldırımda beliriveren fareler, çimlerin üzerinde zıp zıp zıplayan tavşanlar, daha önce görmediğim renkte besili güvercinler, martılar, evde arada bir rastladığımız ve Sid'in deli gibi kovaladığı kırkayaklar, komşuların susmak bilmeyen cins cins köpekleri...
Bu renkli hayatımıza daha da renk katmak için Chicago soğuklarının yavaş yavaş kendini hissettirmeye başladığı şu günlerde Uluslararası Film Festivali'nde birkaç film yakalayalım dedik (İngilizcesi to catch a movie). Tercihimizi Türk filmlerinden yana koymamızda son zamanlarda iyiden iyiye hissetmeye başladığımız memleket hasretinin payı da olmuştur muhakkak ama Nuri Bilge Ceylan'a haksızlık etmek istemem. Filmi gözlerim dolu dolu izledim. Kırıkkale, bozkır, içinden akan ipince dereler, o derelere yuvarlanan elmalar bile gözümde tüttü. Hele Ahmet Mümtaz Taylan o sıcacık bazlamadan bir parça kopardığında sanki benim içimden bir parça koptu. Şöyle tandırdan yeni çıkmış olsa, içine de mis gibi tereyağı sürsem...
İzlediğimiz bu iki filmle özlememizin dindiğini söyleyemem. Neyse ki yanımızda Neşeli Günler, Süt Kardeşler, Tosun Paşa, Her Şey Çok Güzel Olacak, Hababam Sınıfı, Aşık Oldum gibi dönüp dönüp izleyeceğimiz filmleri getirmiştik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder