Daha önce de bahsettiğim gibi Chicago'nun ücretsiz bir hayvanat bahçesi var. Her yıl Noel mevsiminde ışıkla donatılıyor. Bir Türk olarak elbette ki bu kadar ışık aynı anda yandığında nasıl oluyor da trafo patlamıyor merak ediyorum. Şimdi bu lambaların her biri 10ar watt çekse, park da yaklaşık 2 dönüm olsa...
Velhasıl iyi hoş da hayvanlar gece mesaisi de yapmak zorunda kalıyor haliyle park geç saatlere kadar açık kalınca. İğne atsan düşmeyecek bir kalabalığın uğultusu da cabası. Ortam bildiğin Birleşmiş Milletler. Her milletten insan soğuğa aldırmadan çoluk çocuk akın etmiş parka.
Hayvanat bahçelerinde en çok merakımı çeken primatlar bölümünde uzun kalıyoruz. Şempanzelerden biri yatmaya hazırlanıyor. Önce oturduğu yeri çeşitli ot-çöpten arındırıyor sonra da yanı başındaki kartonu yere serip üstüne uzanıyor. İnsanların şaşkın bakışları arasında en rahat ettiği pozisyonu bulana kadar yön değiştirip duruyor.
Eldivenli eller cepte buz heykeltraşının çalışmasını izledikten ve iyiden iyiye donan ayak parmakuçları artık dönelim mesajı verdikten sonra yola koyuluyoruz. Evimizin artık alıştığımız soğukluğu Zoo Lights'tan sonra bize hamam gibi geliyor.
Bilge'yle dün üç film birden izledik. Hayır Kerem Sineması ayarında filmlerden bahsetmiyorum. Bildiğimiz gişe filmleri: Moneyball, A Very Harold & Kumar Christmas ve Puss In Boots.
Belmont metro durağının hemen arkasında yer alan 1912'de açılmış bir tiyatro binası The Vic Theater. Üst katı balkon, alt katı ise ayakta kullanımlı bir salondan müteşekkil bina daha çok konserlere ev sahipliği yapıyor. Konser olmadığı zamanlarda ise sinemalardakı miadını doldurmuş filmlerin gösterimi yapılıyor. Filmler hemen her hafta yenileniyor, dolayısıyla sinemalarda gösterimdeyken kaçırılmış filmler için süper bir alternatif. Bir biletle üç filmin arka arkaya izlenebildiği bu salonda en keyifli olanı da bira ve patlamış mısır eşliğinde sinema koltuğu yerine bar taburesinden film izlemek. Türkiye'de bir girişimcinin bu zamana kadar akıl etmemiş olmasına şaşırdığım bir konsept.
İlk filmimiz Moneyball. Brad Pitt'in bu yıl döktürdüğü ikinci filmi (diğeri için bkz. Tree of Life). Film 2002 sezonuna damga vuran Oakland Athletics beyzbol takımının menajerinin (Brad Pitt) finansal sıkıntılara karşı istatistike dayanarak verdiği mücadeleyi anlatıyor. Her ne kadar bir beyzbol takımı etrafında dönse de konu, film daha çok işin ekonomik boyutuyla ilgileniyor. Spor camiasında çarkların nasıl döndüğünü görmek açısından iyi bir film Moneyball. Oscar için şansı ne kadar olur bilemem ama Brad Pitt'in giderek yaşlandığına tanık olmak hayli üzücü.
İkinci filmimiz A Very Harold & Kumar Christmas. Tipik bir holiday season filmi olmasının yanı sıra Harold & Kumar Go to White Castle ile 2004 yılında başlayan serinin üçüncü filmi. Tür olarak esrar komedisine (en iyi örneği için bkz. Pineapple Express) giren serinin bu filmi maalesef ilk ikisi kadar bile iyi değil. Azınlık ve ırkçılık konularına dayanan etnik espriler artık incelik ve zeka içermiyor. İkilinin arasındaki kimya da bozulmuş gibi. Serinin dördüncü bir filmi daha kaldırmayacağı kanaatindeyim.
Üçüncü ve izlemekten en keyif aldığım film ise Puss in Boots. Farklı masalları neşeli bir senaryoyla bir araya getiren filmin en eğlenceli karakteri Zach Galifianakis'in seslendirdiği yumurta Humpty Alexander Dumpty. Özellikle kediotu için Puss'un "it's for my glaucoma" diyerek Zach Galifianakis'in Due Date filmine yaptığı gönderme oldukça hoş bir detaydı. Yine de filmin öncüsü olan Shrek'e hiç atıfta bulunmamasını eksiklik olarak değerlendiriyorum. En iyi animasyon dalında Oscar'a aday olacağı kesin ama Rango ve Tenten karşısında şansı az gibi.
Noel'e birkaç gün kaldı. Ve fakat henüz kar yağmadı Chicago'ya. Yağması da şimdilik olası görünmüyor meteorolojiye göre. Televizyonda, gazetelerde "Noel'de kar bekliyorsanız avcunuzu yalayın!" temalı haberlerin yer alması o bildik kış manzarasından yoksun, yavan bir Noel arzu etmeyen Chicagoluları isyana sürüklüyor. Bilge'yle ikimiz ise henüz karla mücadeleye başlamadığımız için kendimizi şanslı sayıyoruz.
Geyik çıkabilir
Holiday Season (Şükran günü ila Yılbaşı) şehrin dört bir yanında çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Bunlardan en kaçırılmaması gerekenin Chicago Botanik Parkı'ndaki model tren sergisi Wonderland Express olduğuna karar verip banliyö treniyle yarım saat mesafedeki Glencoe'ya gittik. İstasyondan parka olan mesafeyi ise en iyi bildiğimiz yöntemle, yani tabana kuvvet aldık.
Chicago Botanik Parkı 156 hektar alana sahip, göllerle çevrili 9 adacık ve 24 farklı bahçe/sergiden oluşan büyük bir park. Bunlar arasında İngiliz ve Japon bahçeleri, seralar, model tren bahçesi, meyve-sebze bahçeleri ve büyükçe bir koru bulunmakta. Kış olması dolayısıyla gerçek güzelliğini tam göremesek de bahar yada yaz aylarında tekrar gelme isteği uyandıracak kadar heyecan verici bir çeşitlilik ve mükemmel bir peyzaja sahip park.
Yaz aylarında açık havada bulunan model tren sergisinden hariç olarak, Wonderland Express sadece Noel zamanı sergileniyor. Kapıdan girdiğimizde bizi ilk, yine Noel adetlerinin vazgeçilmezlerinden, gingerbread (zencefilli kurabiye) evler karşıladı. Büyükçe bir platformun üstüne kurulu, yapımında yaklaşık 14 kg un, 21 kg şeker ve 45 farklı şekerleme/bisküvi kullanılmış rengarenk evlerden oluşan bir gingerbread köyü. İnsanın bunlara baktıkça en azından kapıyı, pencereyi söküp yiyesi geliyor.
Serginin en göz kamaştıran bölümü ise Chicago'nun simge yapılarının tamamen bitkilerden yapılmış maketlerinin arasından düdüklerini çala çala geçen model trenlerdi. Downtown'dan aşina olduğumuz önemli binaların hemen hepsinin yaprak, kabuk, dal parçaları ile yapılmış minyatürleri arasında en dikkat çekenler Obamaların Hyde Park mahallesindeki evleri, Blackhawks ve Bulls'a ev sahipliği yapmış 1929'da inşa edilip 1994'te yıkılan Chicago Stadyumu, Çin mahallesinin girişindeki kemer, Bears'in sahası Soldier Field, müze kampüsündeki bütün müzeler, Amerika'nın en uzun gökdeleni Sears Tower (yeni adıyla Willis Tower), Navy Pier'deki dönme dolap ile ilginç mimarisini yansıtmak için mantarlardan faydalanılmış Marina City'nin ikiz kuleleri yer alıyor. Öyle ki bazılarında insanı hayrete düşüren ayrıntılara rastlamak mümkün.
Obamaların Hyde Park'taki evi
Daley Plaza'daki Picasso heykeli
Glencoe tren istasyonu
Field Museum ve Adler Planetarium
Çocukluğumdan bu yana merak duyduğum model trenleri böyle renkli bir ambiyansta görmüş olmanın verdiği hazla çocuklar gibi şen Botanik Parkı'ndan ayrıldık. Yazın açık hava tren sergisini görmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.
2008 yılında Chicago'da kurulmuş olan Groupon dünyanın hemen her yerinde benzerlerine rastlanabilen bir kupon sitesi. Sayesinde satın aldığımız restoran kuponlarıyla pek çok etnik mutfağı tatma fırsatı bulduk. Bunlardan birini ise özel bir güne sakladık: Bilge'nin 35. doğum gününe!
Türkiye'den getirdiğimiz 100lük Yeni Rakı'yı nicedir açmaya niyetimiz vardı ama şöyle mezeli kebaplı bir sofra olmadan da açmaya kıyamıyorduk. Kendi içkini alıp gidebildiğin (BYOB) Sofra Türk Mutfağı'nın kuponunu aylar öncesinden bugünü düşünerek satın almıştık Groupon'dan. Memleketi en çok anacağımız bugünde biraz olsun özlem gidermek için termosa doldurduğumuz rakımızla Sofra'ya gittik.
Duvarda kilimler, yerde yer sofraları ile oldukça otantik bir mekan karşıladı bizi. Kırgız garson kız bizi masamıza aldığında ufak ufak havaya girmeye başlamıştık. Uzun zaman sonra Türkçe müzik duyup da rakıdan ilk yudumu aldığımızda keyfimize diyecek yoktu. Lezzeti memlekettekileri aratmayacak mezeleri ve kebapları yapan Gürcü aşçıya teşekkür ettikten sonra mekanın İnegöllü sahipleriyle ayak üstü sohbet edip kafamız güzel ayrıldık.
Beyaz nüfusun %16.5'ini Alman kökenlilerin oluşturduğu Amerika'da (bu oran Illinois'de yaklaşık %20) Almanlara ait her türlü gelenek, yiyecek, içecek Amerikan kültürünün bir parçasıymışçasına yaşatılıyor. Örneğin, Almanya dışındaki en büyük Oktoberfest Cincinatti, Ohio'da yapılıyor. Sadece Chicago'da üç ayrı Oktoberfest'e denk geldik bu yıl.
Noel çarşısı Christkindlmarket da yine bu kapsamda downtown'daki Daley Plaza'da Noel arefesine kadar ziyaret edilebiliyor. Çarşıda Lebkuchen, Glühwein, Brezel, kızarmış çeşit çeşit fındık fistığı görünce Almanya'ya gitmiş kadar oldum. Bilge'yle birer Berliner yedikten sonra soğuktan donan parmaklarımızın arasına birer sıcak çikolata alıp kalabalığın arasından çarşıyı gezdik.
Çarşının ilgi çeken bir diğer unsuru da Noel ağacı. Bu yıl 98. kez resmi törenle ışıkları yakılan ağacın boyu yaklaşık 8 metreymiş. Ha, sanılmasın ki bu ağaç hep burada. Ne yazık ki her sene başka bir ağacı kesip getiriyorlarmış. Bu da akla ne diye 98 yıl önce buraya bir çam ağacı dikmemişler ki sorusunu getiriyor. Her alanda yeşil olmaya çaba gösteren, buna yönelik kanunlar uygulayan bir ülkede Noel zamanı çam katliamı yapılması akıl almaz bir şey. Aha da videosu:
Henüz Chicago'ya adam akıllı kar yağmasa da sıcaklık eksilerde dolanıyor. Göl kenarına yaklaştıkça ayaz insanın içine işliyor. Bu havada manyak Amerikalılar Millenium Park'taki buz pistinde kayabilmek için sıraya girip bekleyebiliyorlar. Özellikle mini etekli kızcağızları anlamakta güçlük çekiyorum. Velakin genç yaşlı herkes çok güzel kayıyor. Küçücük çocukları profesyonel hokey oyuncusu düzeyinde kayarken görünce gıpta etmedim değil. Fonda yine Mariah Carey.
Noel coşkusu tüm yurtta hissediliyor artık. Caddeler, sokaklar, binalar, dükkanlar hediye paketi gibi süslendi. Her yer ışıl ışıl. İnsanı adeta masal diyarındaymış gibi hissettiren, fonunda sürekli Noel şarkıları çalan renkli bir şehir oldu Chicago. Daha önce sıfır (rakamla 0) olan Noel şarkısı repertuarım sadece bir haftada iki haneli rakamlara ulaştı. Yıl sonuna kadar bu sayıyı üçe-beşe katlamayı hedefliyorum. Özellikle Mariah Carey'nin All I Want For Christmas Is You adlı güzide eserini dinlerken bir aydınlanma yaşıyorum her defasında.
Bütün trenler, size söylüyorum!
Noel arefesi demek alışveriş demek haliyle. Amerikalılar Black Friday'de yeterince para harcamamış gibi bir de Noel'de eşe dosta hediye alacağım diye alışveriş merkezlerini, mağazaları hınca hınç dolduruyor. Buna büyük mağazaların bazı günler indirim kuponu vermesi eklenince izdiham kaçınılmaz oluyor. Biz de bu indirimlerden istifade etmek için Chicago'ya yaklaşık 60 km uzaklıkta bulunan Aurora'daki bir outlet merkezine gittik. Nasıl? Tabi ki trenle.
Chicago'nun banliyölerine ulaşım Metra trenleri ile yapılıyor. Haftasonu bileti bütün Metra trenlerine iki gün boyunca sınırsız binme hakkı veriyor. Yolumuz uzun olduğundan sabah günün ilk ışıklarıyla evden çıkıp şehir merkezindeki tren garına (Union Station) geldik. Dokunulmazlar (The Untouchables) ve En İyi Arkadaşım Evleniyor (My Best Friend's Wedding) gibi filmlere sahne olmuş 1925 yapımı bu tarihi gar geniş sütunları ve yüksek tavanıyla Ankara Tren Garı'nı hatırlatsa da buradaki trafik Ankara'ya göre çok daha yoğun. Zira banliyö hattı olan Metra'dan ayrı olarak şehirlerarası Amtrak trenleri de buradan kalkıyor. Yine de Avrupa şehirlerindeki merkezi tren istasyonlarının hareketliliğini burada görmek mümkün değil. Bunda Amerikalıların ulaşım konusunda arabalarından vazgeçmemesinin payı büyük.
Arkada Dokunulmazlar'da görünen merdivenler
Her biri en az iki metre boyunda ve bir metre eninde (bildiğin dev), çoğunlukla siyahi, kondüktörlerin her durakta vagonları dolaşıp bilet kontrolü yaptığı yolculuğumuz bir saati biraz geçkin bir sürede tamamlandı. Aurora tren istasyonundan servis otobüsüne binip outlet merkezine geldiğimizde öğle saatleriydi. Dönüş trenimizi kaçırmamak üzere bir plan yapıp kendimizi mağazadan mağazaya attık.
Monet, Degas, van Gogh, Renoir, Dali, Matisse, Miro, Kandinsky, Picasso ve daha pek çok ressamın tablolarının yanı sıra binlerce heykel, mimari ve antik sergiden oluşan zengin bir koleksiyona ev sahipliği yapan büyük bir müzeThe Art Institute of Chicago. Bir katın yarısını gezmeyi ancak bitirdiğimizde -ki ağır topları henüz görmemiştik- saatler geçmiş, acıkmış ve yorulmuştuk. Asıl görmek istediğimiz tabloları aceleye getirmemek için daha geniş bir vakitte yeniden gelmeye karar verip müzeden ayrıldık.
Renoir - Piyano Başındaki Kadın
Fantin Latour - Masanın Köşesi
Degas - Şapkacı Dükkanı
Müzeyi gezerken en gıpta ettiğimiz şey başlarında öğretmenleriyle gezen mini mini öğrencilerdi. Öğretmenleri onların anlayacağı dilde tabloları anlatırken merakla sergiyi dolanıyorlardı. Sanat sevgisini küçük yaşta kazanacak bu çocuklar yarının heykel yıktıran büyükleri olmayacaklar sanıyorum.